ALLAH’IN ADIYLA YAŞAMAK
"Ikra-OKU! emredildi, ama neyi nasil okuyacagiz?" sorusunun cevabi olarak
Dr Yamina Bouguenaya'nin University of Virginia'da verdigi "Allah adina
Bismillah ile yasamak" baslikli bir konusmasinin cevriyazisinin Ingilizce aslini
(transkripsiyonunu) su linkte bulabilirsiniz:
Bu ses kayitlarinda, yaziyi Ingilizce orijinalinden okuyup sesli olarak Turkce'ye cevirmeye calistik, bir yandan da yine Turkce olarak anlamak uzere kisaca sohbet ettik.
https://www.youtube.com/playlist?list=PLXJ4g0IxIL4h3jOEhFf4BkMOpNSUqN8iH
Sesli ceviriyi asagidaki sekilde yaziya doktukten sonra daha detayli sekilde anlamak icin bu makaleyi Turkce
cevirimizden okuyarak yeniden calistik: "Allah'in adiyla yasamak" okumasinin ilk kaydi (2Eylul2015):
http://yourlisten.com/LoudThinking/922015halaqa-ogle
NOT: Her kaydin altindaki notlarda bir sonraki kaydin linkini ve derste okunanlar ve/ya ders notlari vs bulabilirsiniz iA. Bu kayitlar download edilebiliyor ancak
yourlisten.com'a uye olmak gerekiyor, ama cok basit 1 dakikalik bir islem, ad soyad falan ozel bilgi koymaniza da gerek yok.
NOT2: cumleler ilk taslak olup da henuz tashih edilmediklerinden dusuk olabilir, sesli kayitta cumleleri aciklamaya calisiyoruz, Ingilizce orijinaliyle de karsilastirma yapilabilir.
ALLAH ADINA BISMILLAH ILE YASAMAK
BismiAllah
kelimesini ne zaman kullanırız/söyleriz?
Duadayken ve, sadece
namazda Fatiha Suresini okurken en az 17 defa söyleriz. Peki, bu tekrarın sırrı/hikmeti nedir? Bir
şey çok tekrarlanıyorsa bundan ne gibi bir ders çıkarabiliriz/bize neyin ipucunu
verir? (Asma: Kuran da bir şeyin çok tekrar edilmesi tekrar edilmeyen şeye/duruma
göre daha önemlidir sonucunu çıkarırlar.) Her zaman yaptığımız şeyler/tekrar
ettiğimiz şeyler nedir? Nefes almak, yemek yemek, su içmek… gibi. Bunlardan
şikayette etmiyoruz, sıkılmıyoruz da…Tam aksine bunlar sevdiğimiz şeyler,
onları takdir ediyoruz (severek yapıyoruz-lezzet alıyoruz)-onlara ihtiyacımız
var. Neden çünkü ihtiyacını hissediyorsun. Bismillah’ı tekrar tekrar
söylüyorsak, önemli olmalı.
Bismillah
bana ilk vahiy hatırlatıyor. Rabbi nin adıyla oku.(Rab: terbiye kökünden
geliyor-terbiye eden, koruyup kollayan, ihtiyaçları gideren) Peygamber Muhammed
(sav) Allah’ın Resulü olarak göreve atanmadan önce/Allah’ın Resulü olduğu
söylenilmeden önce ne yapıyordu. Tefekkür ediyordu, düşünüyordu. Cebrail (as)
geldiği zaman Peygamber (as) a ne dedi? Oku dedi. Ben okumayı bilmem. Okuma
–yazma bilen birisi değilim. O halde Cebrail, Muhammed(as) ın neyi okumasını
istiyor? Yarattıklarını-evreni okuyacağız? Başka ne? Orda Mushaf halinde bir
Kuran var mıydı okunacak? Yok… Bu ilginç değil mi? Cebrail neden O na okumasını
söylesin? Cebrail Muhammed (as) ın okuma
yazma bilmediğini bilmiyor muydu? Cebrail ‘i kim yolladı? Allah’tan yollanarak
geldi. Cebrail’i yollayan Allah Muhammed (as) ın okuma yazma bilip bilmediğini
bilmeyecek mi? Cebrail okuma yazma bilmediğini bildiği halde neden okumasını
istiyor? Yazılmış olan kelimler midir bizim tek okuyabileceğimiz? Başka
okuyabileceğim şey yok mu? Yazılmamış... Mesela, insanların yüzlerini okuyabiliyorum.
Sadece kelimeler okunacak şeyler değil. Kelimler dışında da diller var,
işaretler diyoruz biz onlara mesajlar.
Cebrail vahiy meleğidir. Eğer o
Allah’tan bir şey getiriyorsa bu tamamen yeni tamamen benim bilmediğim bir şey
olmalı. Sadece bilmediğim bir şeyi değil, vahyin rehberliği olmadan kendi
başıma bulamayacağım bir şeyi de bana getiriyor olması lazım. (asma: kaslarım
nasıl çalıştığını bilmiyorum ama biyoloji kitabına bakabilirim) Kendimiz
bulabileceğimiz bazı şeyler var. Yaratılışımızdan-fıtratımızdan gelenlerle.
Benim fıtratımdaki özelliklerde bir vahiy formudur-rehberlik formudur ama Allah
ın Cebrail (as) ile yolladığı bir rehberlik gibi değil. (vicdanın) Allah ın
bize verdiği fıtratımızın söylediğini tekrar etmeye ihtiyaç yok. Vahyin bize
getirdiği şey bizim ihtiyacımız olan şey. Eğer Cebrail vahyi nasıl okuyacağını
öğretmek için gelmiş olsaydı, o zaman Cebrail’e ihtiyaç yok, herhangi birisi de
o toplumdaki okuma-yazma bilen herhangi birisi de Peygamber (as) e bunu
öğretebilirdi. Demek ki yazı okuma anlamında bahsetmiyor, başka bir okumadan
bahsediyor. Peygamber as okumasını emrediyorsa, o zaman kesinlikle Muhammed
(as) ın yapabileceği bir okumadan bahsediyor. O nun yetenekleri dahilinde olan
bir okumadan ama vahyin rehberliğine ihtiyacı var o okumayı yapabilmesi için. 3
kere oku dedikten sonra Cebrail diyor ki “Yaradan Rabbinin adıyla oku” Bu
cümlenin içinde bazı anahtarlar –ipuçları var. Nasıl okuyacak, Rabbi’nin
adıyla…Rab:Yaratan Rab olarak tanımlanıyor. Okuma yaradılışla alakalı olmalı.
Muhammed (as)
okuma yazma bilmiyordu, bütün insanlığa hepimize neyi öğretme görevi yüklendi.
İnsanların yaşayacağı zamanın sonuna kadar Rabbimiz adına yaradılışı nasıl
okuyacağımızı öğretme misyonu yüklendi. O Rabbinin adıyla okumayı öğretiyor.
İlk vahiyde Allah kelimesi yerine
Rab kelimesinin kullanılmasının hikmetini görebiliriz çünkü ilk vahiy
geldiğinde daha Allah kim bilmiyoruz. Mekke de yaşayan insanlar Allah
kelimesini kullanıyorlardı. Bir yaratıcı olması gerek demek başka bir şey ama
bunu demekle bitiyor mu hayır bir yaratıcı olmalı demek ile başlıyor aslında.
Bir yaratıcı olması gerek, bir İlah olması gerek ama O kim? İşte Kuran’ın
konusu bu. Allah bize kendini tanıtıyor.
Allah kim, yaratıcı kim biz bilmiyoruz. Yeryüzünü ve gökyüzünü yaratandır
demek, Allah ile bağlantı kurmamız için yeterli mi? Neden ilk vahiyde Kuran
Allah kelimesini kullanmıyor çünkü o kültürde Allah deyince akla gelen bazı
çağrışımlar var. Rab Arapçada senin ihtiyaçlarını karşılayan, üzerine titreyen…
Çok yakın hissedebileceğimiz bir ifade senin ihtiyaçlarını karşılayan-her şeyi
halleden. hem çok yakın merhametini hissettiğin hal hem de ondan kaçamayacağın
bir durum Eğer sadece
gökyüzünü ve arzı yarattı diye algılayacaksak o zaman sanki benimle direk bir
bağlantısı yokmuş gibi ama Rab deyince direk benim ihtiyaçlarımı benim işlerimi
gören –onları halleden anlamında. Hem hikmet var hem rahmet var çünkü benim
için daha ulaşılabilir. Bu Rab kimdir diye bilme ihtiyacımı da hissetmeye
başlayabilirim.
Neyi
okuyacağız? Yaradılışı. Yaradılıştaki her şey bir ayet (işaretlerdir). Kuran’daki
işaretler için hangi kelime kullanılır? Ayet. Ayetler var dış dünyada (benim
dışındaki dünya, yeryüzü ve gökyüzü) evrenin genelinde (güneş, hava, su,
yiyecekler… gibi) ,ve bizim kendi içimizde (duygularımız, düşüncelerimiz,
korktuklarımız, kızdıklarımız, hissettiklerimiz… vs) Yani Kuran diyor ki dış
dünyada ve kendi içimizde işaretler var.
Mesela
bir şeyden korktuğumuz veya kızdığımız zaman onun altında yatan nedir?
Kızgınlık bir ayet bir işarettir. Eğer bir ayetse okunması gerekiyor. Yani ben
kızgınlığımı okumam gerekiyor. Kızdığım zaman onun bir ayet bir işaret olduğunu
fark etmiyorum. Neden? Çünkü o kızgınlıkla kendimi bağdaştırıyorum. Ben
kızgınım diyorum. Kızgınlık sanki ben oluyor. Hâlbuki bana verilen bana
gönderilen bir duygu. (Bana bu duygu gönderildi?) Kızgınlık yaratılmış bir şey
yani varlığa vücuda getirilmiş, kendi başına var olabilen bir şey değil,
duyguların hiçbiri kendi kendilerini var edemezler ya da ben onları var
edemiyorum, yaratmıyorum. O duygunun mahiyetini bile anlamıyorum. Bu duygunun
bana geldiğini hissediyorum. O duygunun ayet olması o duygunun mesaj taşıdığı
anlamındadır. Birisi bana hoşlanmadığım bir şey söyledi ve bende kızdım.
Kızgınlık gerçek ama benim kızdığım şey gerçek mi değil mi? Sorabiliriz ki
Allah neden kızgınlığı-sevmediğim bir şeyi yarattı? Bizim tepkilerimiz her
zaman orda yaratılmış şeyle bağlantılı değil ama biz onu nasıl algılıyoruz
onunla bağlantılı. Kuran da bu işaretleri nasıl düzgün okuyacağımızı öğretecek.
Kendi
algılayışımın süzgecinden onun her zaman ben onu kendi algılayışımın
süzgecinden geliyor. Mesela, birisine bakıyorsun aa ne güzel bir insan, bu
kızla alakalı her şeyden hoşlandın, bir başkası da gıcık oluyor. Sen bir rengi
seviyorsun başkası ne iğrenç bir renk diyor. Sadece ben bu rengi sevmedim demek
o renk kötüdür anlamına gelmez. Diyelim ki, bana birisi dedi ki “Şimdi
söylediğin şey çok aptalca.” Senin söylediğin aptalca kelimeleri ağzından çıktı
tamam bu gerçek ama bu sözlere verdiğim tepki o gerçekliği yansıtan değil ama o
gerçekliği nasıl algıladığım üzerinden veriyorum tepkimi.
Benim
algılayışımda yaratılmış bir şey değil mi?
Benim
sözlerim yaratılmış ama Allah hakkında söylenen yalanlar yaratılmış değil
sadece benim hayal ürünüm.
Gaflet halindeyken, (gaflet: farkındalığın
olmadan yaşadığın zaman, ne yaptığının bilincinde olmadığın zaman, geldiği gibi
yaşıyorsun, otomatik yaşıyorsun) hiçbir zaman durup kendine sormuyorsun bu
hayatın amacı/anlamı ne, gerçeklikle benim algılayışım arasında bir ayrım
yapabilir miyim gibi bir soru sormadığın zaman… Gerçekle algılayışım arasındaki
farkı fark edebilir miyim? Hayır, Çünkü algılayışımın gerçeklik olduğu
konusunda ikna olmuşum. Gerçekten gerçeklik mi diye sorgulamamışım. Allah a
isyan ettiğim zaman aslında kendi algılayışıma isyan etmiş oluyorum. Durupta
kendime söylediğim zaman bu bir ayettir, mesajdır bunun bir amacı vardır diye O
duruma bir durma bir düşünme ara verme-otomatik devam etmemenin kendisi o
yaşadığım muhattap olduğum şeyi okuma niyetimin olmasına dönüşüyor. Oradaki
anlamı öğrenmeye çalışıyorum. Şimdi bilinçli, farkındalık durumundayım,
bilincimi farkındalığımı açtım. Kızgınlığım orda var gerçek, ama o kızgınlığım
benim algılayışımda uydurduğum şeylerden dolayı. Algılayışımı sorgularsam
oradaki gerçek varoluşla uyumlu olabilir/ya da uyumlu olmayabilir. Ben tercih
etmiyorum – o kötüdür demekten farklı bir şey. Sadece sen beğenmedin diye o
takdir edilmeyecek bir şey anlamına gelmiyor. Ne yaratılmışsa iyidir.
Mesela
birisine neden kızdım çünkü birisi bana aptalca bir şey söyledin dedi? Durup
düşünmem lazım gerçekten söylediğim şey aptalca mıydı? Ki aptalca olabilir.
Durup o zaman teşekkür ederim
hatırlatmanız için diyebilirim. Belki niyeti hatırlatma değildi ama o yaratılmış
bir şey ve benim acımdan o bir hatırlatmadır. Rastgeldiği gibi bir şeyler
söylememem gerekir. Eğer söylediğim şeyin aptalca olmadığını düşünüyorsam o
zaman derim ki o onun problemi. Bu şekilde kızgınlık iyi bir şeye dönüşür, Bana
ne oldu da kızdım? Nereye dokundu da kızdım? Durup kendi kendime niye kızdım
diye sormak iyidir? Çünkü mümkündür ki evet gerçekten kızıp tepki vermek değil- hikmet ve şefkatle
karşılık vermek harekete geçmek
Endişeyi ele alalım, iş görüş mesine gitmeden önce endişeli
olabilirsin. Bu iş için yeterince iyi miyim? Belki kıyafetimi beğenmediler.
Belki benden daha iyileri var. Gerçekten beni beğenmedikleri doğru mu? Eğer bu
hayali fikirleri kenara bırakırsam-olmayan şeyler, ihtimaller üzerinden endişe
duyuyorum bunları kenara bırakırsam az endişe kalır- buda iyidir. Durup Allah a
tevekkül edersem güvenirsem; onlar beni bilmiyor, ben onları bilmiyorum bu ıs
benim için en iyisi midir bilmiyorum. Endişe kendi içinde iyi, gerçekten
tehlikeli korkulacak bir şey varsa korku da iyidir; bu beni korur. Ama hayali
bir sürü şeyden korkmaya başlarsam (Ya şöyle olursa ya böyle olursa diye) o
zaman korku benim için bir hastalık halini almış oluyor ve benim için hayatı
zorlaştırıyor. Şimdi kim hayatı zorlaştırdı? Ben mi Rabbim mi? Çünkü, o korku
duygumu Rabbim’in adıyla okumuyorum-kullanmıyorum. Eğer Rabbim’in adıyla
okursam benim algım gerçekliğe yaklaşır, algımla gerçek arasındaki farkı
algılama ihtimalim artıyor. Yoksa kendi dünyamda Rabbim ile bağlantı kurmadan
yaşıyorum ve sonra birisi Allah herşeyi yarattı deyince itham etmeye başlıyorum
çünkü kendi algımla ilgili sorumluluğu almak istemiyorum.
Baştan
bu algılayışla gerçeklikle algılayış arasındaki farkı vurgulamak istedim çünkü,
herşey bir ayettir dediğimiz anda insanların ilk aklına gelen soru peki kötü
şeylerde (benim hoşuma gitmeyen-benim sevmediğim şeyler) ne olacak?
Göklerin
ve yerin yaradılışıyla, gece ile gündüzün değişmesinde, akıl sahipleri için
deliller vardır.
Önemli
olan yaradılışa muhatap olurken iç görü-içyüzünü anlamak, derin düşünme, ne
oluyor diye durup düşünme. Kuran dizesi olan ayet gökyüzü derken çok genel bir
şeyden bahsederek başlıyor ama sonra her gün oluşan (gece gündüzün takip
etmesi) bahsediyor. Sadece gece-gündüz demiyor, gece ve gündüzün birbirini
takip edişinde diyor. Her zaman gündüz olsaydı gündüz diye onun farkına
varmazdık. Her zaman gündüz olsaydı gündüz için kelimemiz olmazdı çünkü onu
geceden ayıracak bir şey yok, gece diye bir şey yok. Kontrast oluşu karanlık
olunca uykumuzun gelişi, gündüz vakti uyanıp çalışmamız-işimizi görmemiz bunu
daha çok bir ayet haline getirir. İnsanın normal ritmini yaşamasında bir işaret
var-bir ayet var. Kuran’ın bu ayetinde yaradılışında kelimesi “Khalq” kelimesi
kullanıyor; yani orada gramer formu olarak bir defa yaradılış değil sürekli
yaradılış var (yaratılıyor oluşunda-devamlı yaratılmasında). İşte bu akışın
devamlı değişimin bir ipucu da gece ile gündüzün birbirini takip etmesi. Gece
ile gündüzün ifade ettiği şey dünyanın hareket edişi, güneşin etrafında dönüyor
oluşu, bu devamlı yaratılma kelimesi yaradılışın dinamik akışını bize
hissettiriyor. Varlık her zaman vücuda geliyor, yokluktan varoluşa geliyor. Dün
burada değildik. 30 yaşındayım, 40 yıl önce dünyada yoktum ama dünde şu halimle
yoktum başka bir halim vardı.30 yıl sonra bazılarımız dünyayı bırakmış olacak,
40 yıl önce bazılarımız dünyada değildi. Bu hayret edilir bir şey değil mi?
Canlılar, var olan her şey, duygular, olaylar da ayettir.
Kurandaki
dizeler için de ayet kelimesi kullanılıyor. Dilde bir kelime bir işarettir.
Mesela, elma dediğim zaman fiziksel bir şey düşünüyorum. Elma dediğim zaman
aklına ne gelir? “Tuffahun” dediğim zaman aklına ne gelir? (elma nın Arapcası)
kelime olarak farklı gözüküyorlar, kulağa da farklı geliyorlar ama aynı şeyi
işaret ediyor. Çünkü dil işaretler sistemidir. Meyve olan elma referans
noktasıdır. Önemli olan referans noktası-fiziksel olan elma yoksa semboller
değil. İşaretin anlamı budur. Eğer fiziksel elma meyvesi gerçekten öyle bir şey
var olmasaydı onun için kelime işaret var olmamış olacaktı. Mesela bilgisayar
kelimesi dilde yoktu, icadı öncesi. İşaret kendisinden öte bir şeye işaret
eder, gösterir. Apple, tuffahun her biri ordaki fiziksel meyve olan elmaya
işaret ediyorlar. Kuran bize işaret anlamında ne söylüyor? Yani, Kuran’a göre
işaret ne? Kuran bize meyve olan elma da işarettir diyor bize. Fiziksel olan
elma bizim kullandığımız insan dilindeki referans noktasıydı ama Kuran da diyor
ki dilinde kullandığın kelime nasıl o fiziksel elmaya referans noktasıysa,
fiziksel olan elmada başka bir referans noktasına işarettir. Elmanın kendi
başına anlamı yoktur. Elmaya baktığımız zaman bizim için ne anlamı vardır? Elma
meyvesi neye işarettir? Önce, elma benim için yiyecektir, açsam benim için
yiyecek olur; aç değilsem, başka bir şey olur. Tadı güzel olabilir, lezzet
olabilir, rengi zevk veriyor olabilir. Onu yiyecek yapan benim açlık duygum
benim yiyeceğe olan ihtiyacım. İhtiyacım olmasa onu da benim için yiyecek
olarak tanımlayamazdım. Elma+ benim ona ihtiyacım = Yiyecek; elma+ benim ona
ihtiyacım = Lezzet; elma+ benim sevdiklerimi hatırlama ihtiyacım = Anı; elma+
benim güzelliğe olan ihtiyacım= onun güzelliği. Böylece ihtiyacım anahtar olmuş
oluyor. Elmayı bana anlamlı kılan benim ihtiyacım. Benim ihtiyacım dolayısıyla
elma bana anlamlanmış oluyor. Böylece elma ile benim aramda ilişki, kurulmuş
oluyor ki, ben elmayı okumaya başlıyorum. Elma bir yiyecek dediğimde, benim
ihtiyacımı aracı yaparak bağlantı kurdum. Eğer o benim için yiyecekse o zaman
kim bu yiyeceği gönderdi, kim beni doyuruyor… vb sorular sormaya başlarım. Eğer
rızıksa, o zaman bunun arkasındaki Rezzak, rızkı veren kimdir? Eğer tadı
güzelse, benim ihtiyaçlarımı karşılayan kimdir? Eğer onda bir güzellik
görüyorsam, bu sanatın-güzelliğin kaynağı kimdir? Böylece elma kendi ötesindeki
şeye işaret etmiş oluyor. Yani, dilimizdeki apple-elma-tuffahun gibi farklı
insan dillerindeki kelimeler sadece gerçek fiziksel dünyada bir şeye referans
verdikleri için bir anlamları var yoksa apple kendi başına anlamı yok. Kuran
bize diyor ki aynı şekilde o fiziksel olan elma da o dilimizdeki kelime
gibidir, bir ayettir kendisinin ötesinde bir şeyi ifade eden bir semboldür ve
ben onunla ilişkiye girmeye-iletişim kurmaya başladığım zaman (ihtiyacım
üzerinden, açlığım vb) onu okumaya başlayabilirim. Charlotsville’e giderken
yolda Charlotsville’e ait işaret-tabela görürsen, aaa burası Charlotsville’miş
diye durmuyorsun. Çünkü o sana Charlotsville’e giden yolu gösteren bir işaret
olarak görüyorsun. (Elmada da durmuyoruz, elma neye işaret? Diye düşünüyoruz)
Peygamber
Muhammed’den öğrendiğimiz bir dua Allahumma 'allimna ma yanfa'una
wanfa'na bima 'allamtana, “Bize
fayda getireni öğret ve bize öğrettiklerinden de bize fayda gelmesini nasip
et.” İlim için dua ediyoruz ama herhangi bir ilim için değil, bize faydası olan
bir ilim için. Bugün birçok ilmi/bilgiyi dışarıda bulmamız mümkün. Her gün
“Bismillah” tekrar ediyoruz ve muhtemelen anlamını da biliyoruz, şimdiki
çalışmamız bu duanın ikinci kısmıyla ilgili: bize öğrettiklerinden
faydalanmamızı nasip et. Yeni bir bilgi öğrenmek değil zaten bildiğimiz ile
bağlantı kurmak, ondan anlam çıkarmak ve şimdi ve burada benimle nasıl
ilişkilidir onu anlamak.
Farkındaysak
da değilsek de hepimizin korkuları var. Korktuğumuz şeyler aslında orada
değiller ama geleceğim hakkında olabilirler, çocuklarımın geleceği hakkında…
Vb. Bir şeyi kontrol edemediğimizi hissettiğimizde panik edip korkuyoruz.
”Bismillah” dediğimizde her şey kontrol altına alınmış demek. Belki benim
kontrolüm altında değil ama kontrol altında. Eğer “Bismillah” ı
içselleştirirsem gelecek hakkında hala korkularım olur mu? Eğer her şeyin
üzerine titrendiğinden emin değilsek o zaman Kuran bize durup düşünmemizi
söylüyor. Geçmişimizi düşünecek olursak ne kadarı benim kontrolüm altındaydı?
Her şeyi kontrol ettiğime inanmak istiyorum çünkü ancak o şekilde kendimi
sakinleştirebiliyorum. Kuran bizi uyandırmak istiyor. Fakat biz uyanmak
istemiyoruz çünkü uyandığımızda hiçbir şeyin kontrolümüz altında olmadığını
fark ediyoruz. Uyandığımızda madalyonun diğer yüzü olan her şey benim
kontrolümün altında değil başka birinin kontrolü altında ve bir rahatlama var
çünkü her şey benim kontrolüm altında olsaydı her şeyi mahvederdim çünkü ben
acizim-sınırlıyım. Benim kontrolümün altında olmaması iyi bir şey ve bütün
semavat ve arzın Rabbin kontrolünde olması iyi bir şey. Uyanıp korkularımızı
sorgulamakta müjdeler var. Korkular benim içinde çok görünüyorlar ama bir
anahtar var o da benim algılayışım ve ben bu anahtarı kullanırsam o zaman bütün
korkularım gidebilir. Kuran bize bunu öğretiyor, dünyayı nasıl ayetler olarak
görebileceğimizi. Her şeyin kendisinin ötesinde bir anlamı var. O şeyde takılı
kalma, her zaman bir algılayışım var ama bu algılayışımın farkında olursam o
zaman algılayışım gerçekliğe yakınlaşır yada en azından algılayışımın benden
kaynaklandığının farkına varırım. Allahumma arinal haqqa haqqan wa-rzuqna-ttiba'ah
wa arinal bathila bathilan wa-rzuqna-jtinabah , “Hakkı hak olarak bize göster ve bizi
Hakka ittiba ile riziklandir ve batılı da yanlışı da yanlış olarak göster ve
bizi ondan kaçınmakla riziklandir.” Korku bizi bütün tehlikelerden koruyan
işarettir ama ben kafamdan tehlikeler uydurmaya başlarsam bir nimet olmak
yerine engel olmaya dönüşür. Gerçekten ne olup bittiğini görmeme engel olmaya
başlar ve şikayet etmeye başlarım. Hüsrana düşeriz, minnettar olmayız, şükürsüz
oluruz ama şükürsüz olduğumuz durum aslında olmayan bir durum. Sadece kafamda
uydurduğum bir durum. Benim illüzyonlarım. Dilimle Rabbi tesbih etsem bile bunu
kalbimde duyamayabilirim-hissedemeyebilirim. Bu yüzden bu süreç tezkiye
temizlenme bütün yanlış algılardan temizlenme illüzyonlardan ve hiçbir zaman
sorgulamadığım varsayımlardan temizlenme süreci adını alır. Şuna benzer eğer
gözlüklerimin rengi maviyse her şeyi mavi görürüm ve benim gözlüklerimden
olduğunu fark etmem. Mavinin dışarıda olduğunu düşünürüm.
Bunu değiştirmek için yapmamız gereken şey gözlükleri çıkarmak ya da
temizlemek. Başta bahsettiği duada vurgu bilgi edinmek değil, bana faydası olan
bilgiyi bana ver, bu yeterli mi? Hayır. O bilgiyle bize fayda nasip et. Zaten
elimizde olan bilgiyle nasıl yaşayabiliriz? Neden Bismillah’ı tekrar edip
duruyoruz yeni bir işe başladığımızda? Allah’ın özelliklerinden-isimlerinden
bir tanesi Vahhap olan Allah, hediyeler-nimetler bahşeden ve bizde buna
karşılık olarak O’na ibadet ettiğimizi söylüyoruz ama Kulluk ne? Abade:
tapmak-çok sevmek-Aşk. Seni her zaman düşünen üzerine titreyeni sevemez misin?
Rezzak olana bizim rızıklarımızı karşılayana verebileceğimiz bir şey var mı?
Hayır, biz sadece alan kısımdayız verecek bir şeyimiz yok. Aynı zamanda her
zaman veriliyor. Mesela bize göz veriliyor, ışık veriliyor ve birbirimizi
tanıma, karşılaşma lezzeti veriliyor. Acıkıpta beğendiğim bir şey yediğim
zaman, güzel hissediyorum. Kulluk- ibadet
o duyguyu alıp düşünüp o duygunun nereden geldiğini bilmek. Aaaa çok
güzel beğendim demek yerine, bu beğenme duygusu nereden geldi diye sormak ve
nereden geldiğini bulmak. Eğer sevgini yiyeceğe verecek olursam ona atfedecek
olursam o zaman kulluğun esas noktasını kaçırmış olursun. Gidip bedenimle
secdeye varabilirim ama kalbim bana Rezzak olana-rızık verene secde etmiyor.
Gözlerimle bakış açım perdelenmiş; çünkü o yiyecek bir ayet –işaret olmak
durumundaydı. Yiyeceğin kendisi bir engel değil tam aksine o bir ayet-işaret.
Kuran diyor ki o işareti Rabbi’nin adıyla oku. Eğer yaratan Allah’ın adıyla
okursam Rezzak olanın adıyla, güzel sevenin adıyla, ismi Rahim, ismi Rahman, bi-ismi
Vedud.
Kuran’ın yaptığı yaradılışa referans vermek
ve bize o yaradılıştaki ayetleri nasıl okuyabileceğimize dair rehber olmak ki
yaradılışın kendisinde takılıp kalmayalım. Böylece Allah’a geri dönmeye bir
aracı olmuş oluyor. İşte bu, kendi içinde kulluğun kendisidir. Böylece ibadet
üzerimize yüklenmiş bit yük değil, Allah şu nimetleri nasip etti de bende şu
ibadetleri yapıyorum değil. Ben o zaten o yiyecekten lezzet alıyorum ama bu
lezzeti Rabbim’e şükre dönüştüren-ibadete dönüştüren o yiyeceğin Rabbimden
geldiğinin farkında oluşum. Bunun farkına vardığım zaman duyduğum zaman sevgiyi
yiyeceğe değil bizi rızıklandıran Allah’a atfetmiş oluyorum.
Her şeyin bir ayet bir işaret olması demek
her şeyin üzerinde Rububiyet (terbiye-ihtiyacını karşılayan demek) mührü var demek.
Tevhid genellikle teklik olarak çevriliyor ama teklik Arapçada vahdeh, durağan
bir şey ama tevhid süreç, devam eden bir şey, birleştiren bir yapan demek.
Çünkü farkındalığım arttıkça her şeyin kaynağının tekliğini birliğinin daha çok
farkına varıyorum. Sadece 2 ya da 3 degil demek değil; aynı zamanda
bütünleştirmek var. Tevhid, “tamam evet Allah’tan geldi, ama yemeksiz de
karnimiz doyabilir mi hic canim?” demek yerine birlemek, bütünleştirmek, bire
vermek sureci. Genellikle bu şekilde mantık yürütüyoruz cunku okullarda bize
öğretilen mantik bu: Yağmursuz bitkiler büyüyebilir mi? O halde bitkileri yağmur
yaptı diyoruz-su hayat verir diyor (şirk). Su nasıl büyütebilir ki kendisinin
bile hayatı yokken. Kuran bize nasıl sorgulayacağımızı öğretiyor. Lamba olmadan
ya da lamba kırıldığı zaman orada ışık olur mu? Bitkilerin yağmura ihtiyacı
oluşu, yağmurun onları büyüttüğü anlamına gelmez. Diyelim ki, lamba kırıldığı
zaman ışık yok ama lamba ışığı yapmıyor. Lambanın ışığı yapmadığını anladık o
zaman kablo mu ışığı yapıyor? Hayır. Sadece 4 yaşındaki çocuk böyle
zannedebilir. Biz biliyoruz ki ışık elektrikten o da dışarıdan geliyor. Bir
şeylerin belli şekilde yaratılıyor oluşu başka bir şeyden sonra geliyor oluşu,
bitkinin yağmurdan sonra geliyor oluşu gibi… O ilk sebebin sonucu yaptığı
anlamına gelmez. Sadece sebeple sonucu yan yana gördük diye yapıyor demek
değil. Yeryüzü, gökyüzü, fizik kanunları,….vb sadece bir meyvenin var olması
için bunların hepsine sadece bir meyvenin varolabilmesi için bunların hepsine ihtiyaç
var. O hale beni doyuran su ya da yeryüzü olamaz. Kuran da İbrahim (as) der ki;
Beni doyuran, benim susuzluğumu gideren, ben hastalandığımda bana şifa veren O
dur. O beni doyuruyor, sadece bana yiyecek vermiyor, benim nasıl sindirildiği
hakkında fikrim yok. Çiğnerken
bile farkında değilsin, nasıl kanına geçiyor…vs ,Bütün süreç biz farkında
olmadan bir başkası tarafından hallediliyor. Bana arada ufak bir seçim
veriliyor o da hangi yiyeceği ne zaman ağzına koyacağına karar vermek-cüzi
irade.
Yedikten
sonra Allah’ın Resulü (as) şu şekilde dua ederdi “Bütün hamd (sena-şükür)
Allah’a sadece O’na aittir. O Allah beni doyurmuştur, yedirmiştir bu yiyecekle
ve bu rızkıda benim tarafımdan çaba kuvvet gerek kalmadan yaptı-rızıklandırdı. Genellikle
biz ekmek için çok çalıştığımızı düşünürüz. Marketten aldığımızı unutalım, daha
açık-anlaşılır. Çiftçi olsam bile kendi yiyeceğimi yetiştirdiğimi düşünsem bile
aslında sadece çekirdeği koyup bekliyorum, o çekirdeği dönüştürme gücüm yok.
Kendi yaptığımız kısma o kadar çok konsantre oluyoruz ki, neleri yapmadığımızı
da, durup düşünmüyoruz bu yiyeceği yapma eyleminin ne kadarı bana ait. Benim
yaptığım şeyler bile bana verilmiş, bunu yapabilmem bile bana bahşedilmiş. Ama
biz unutuyoruz ki ve düşünüyoruz ki ben bu yiyeceği aldım, ben bu yiyeceği
yetiştirdim. Hiçbir fikrim yok. Büyümeyecek olsa ben onu büyütemem. Mesela,
tırnaklarımıza bakacak olsak büyüdüğünü görüyorum, ben onu büyütmüyorum. Bana
kalsa, hiç büyümeyecek olsa hiç kesmek zorunda kalmayayım. Burada önemli olan
nokta eğer o bütünlüğü fark etmezsem yani o tevhidi farkında olarak yaşamazsam
o zaman o gaflet halinden içeriye şirk sızıyor, yani Allah’ın yanında başka
ilahlarda edinmiş oluyoruz. Ne zaman şirk var, Allah’ın yanında başka ilahlara
burada şunun özelliğinin şu kaynağı demek var, işte o zaman birleştirme,
bütünleştirme bütün olmamış oluyor. O bütünlük eksilmiş oluyor ve bütün
dertlerimiz-sıkıntılarımız o şirkten gelmiş oluyor. Allah’ın yanında şunun da
ufacık ilahlığı var diyebileceğimiz ortaklar yok ama bu sadece benim
algılayışım-taktığım gözlükle alakalı. Tevhid bir dogma-mitoloji değil o bir
gerçeklik. Her şey bir ayet bir işaret ve O nu anlatıyor-O’ndan bahsediyor.
Eğer illüzyonlarımda takılıp kalırsam, benim algılayışımla-gerçekliğin
arasındaki farkın farkında varmazsam o zaman Allah ile pazarlık yapmaya
başlıyoruz (%80 Allah, %20 sebep). Yemeksiz yaşayalım demek değil, yiyeceği
Allah adına yemek. Allah beni bu yemekle doyuruyor demek. Yemek yemezsem
Allah’a kulluk ediyorum, yersem yemeğe kulluk ediyorum demek değil, ikisinin
ortasında bir yol var. Farkındalıkla dikkatli ol, yiyecek seni doyuran
değil-yiyecek seni bilmiyor ve ayrıca bu senin sevgine de uyarlanabilir. Senin
o yemeği sevmen de ne o yemekten ne de senden. Yani ben seviyorum değil, ben
sevdiriliyorum. Birini sevdiğiniz zaman O nu Allah adına sevin. Bu ne demek?
Anneni, babanı, arkadaşlarını sevme demek değil, onları Allah adına sev demek.
Onları Allah adına sevdiğimiz zaman, onlar daha kıymetli olurlar neden? Çünkü
onlar o zaman Allah’ın bize hediyeleri-hatırlatıcıları oluyorlar. Onlar
Allah’ın esmalarını yansıtan aynalar gibi oluyorlar. Ben Allah’ın esmasını
yansıtıyorum- sevdiğim insanları seviyorum çünkü Allah’ın esmasını
yansıtıyorlar.
İbrahim (as) için serin ve selametle ol emri
verilmesi ateşe, Allah ateşe serin ol dediği zaman serin olur fakat ateş ve
serinlik olması bizim için alışık olunmadık bir durum. Eğer ateş O nun emriyle
serin olabiliyorsa demek ki ateş kendi kendine yanmıyor dolayısıyla yanan ve
yakan ateşin kendisi değildir. Ateşin ve yanmanın yan yana yaratılması konulması,
bizim lamba ile ışığın düğmesini arasına bir kablo koyuşumuzu, lambanın
düğmesini açtığımızda o ışığın yanmaya başlaması ve bu sistemden haberi olmayan
birisinin de o lambanın düğmesinin ışık yaptığını zannetmesi gibi.
Durup-düşünmediğimizde tefekkür etmediğimizde tam da böyle yaklaşıyoruz
olaylara. Her seferinde ateş yakıyor diye gördüğümüz zaman demek ki bu böyledir
diye onu varsaymaya başlıyoruz. Yanmak ateşten mi geliyor? Hayır. Ateşin
kendisi eğer ondan bir şey çıkıyor olmasa, ondan bir şey üretiliyor olmasa benim
için hiçbir anlam ifade etmez yada yiyeceğin kendisi ben açlık hissetmesem
benim için bir şey ifade etmez. Onunla iletişim kurabildiğim-bağlantı
kurabildiğim için, o bendeki bir ihtiyacı giderebildiği için diyorum ki bu
rızıktır, bu güzeldir. Kuran da diyor ki, gece ve gündüzün arka arkaya
gelmesinde bu bir ayettir, işarettir. Ateşin kendisi bizim için o kadar anlamlı
değil, ateşin bizim için önemli olmasının sebebi yakması, ısıtması, pişirmesi,
izlediğinde güzel olması… vb. Kuran da Allah “Biz ateşe serin ol dedik ve serin
oldu” derken ateşin kendi adına değil yaratıcısı adına hareket ettiği var. Ve
buna inanmazsan dur ve düşün tefekkür et: Ateş gerçekten yakabilir mi? Yakmak,
yanmak kolay bir işlem mi-süreç mi zannediyorsun? Yanmak-yakmak bir maddeyi
alıp tamamen başka bir maddeye dönüştürmek demektir. Ateşin bir maddeyi alıp
başka maddeye dönüştürme bilgisi ve bunu düşünecek aklı nasıl olabilir ki? Bu
lamba düğmesi ışık yapıyor demek gibidir. Bazen İbrahim (as) ın durumunda
olduğu gibi bu her zaman tekrar eden duruma bir müdahale bir değişiklik oluyor
çünkü biz bu zaten böyledir deyip onu sorgulamıyoruz, gerçekliğe perde
oluşturmuş oluyor. İbrahim (as) kıssasını okuduğumuz zaman nasıl olur da ateş
yakmamış olabilir diyoruz ama aslında ateşin yakması gerektiğini nerden
çıkarttık ki? Sebeplerin sonucu doğurup doğurmadıyla ilgili bu büyük bir
tartışma konusudur. Müslüman alimlerin küçük bir kısmı sebepler sonucu doğurur
dedi ama çoğunluğu hayır doğurmaz dediler. Evrende bir düzen oluşunun kendisi o
düzeni yaratan-düzenleyenin varolduğuna bir ayettir bir işarettir. Ateş yaktığı
zaman da Allah’ın emriyle yakar, serin olduğu zaman da Allah’ın emriyle serin
olur. Farkında olmayan gaflet halindeki bakış açısıyla sanki ateş yakıyormuş
gibi görünür, sanki elma beni doyuruyormuş gibi görünür, içtiğimiz suya bakalım
içtiğimiz zaman bütün hücrelerime gidiyor ve sanki yaptığı her şeyi biliyor
gibi davranıyor. Sadece ben değil herhangi bir insan bunu içtiği zamanda aynı
şekilde tam olması gerektiği gibi çalışıyor, hücrelere görevini icra ediyor.
Her türlü hayvanı düşünelim, onların anatomileri bizlerinkinden farklı ama
hepsiyle de aynı şekilde ne yaptığını çok iyi biliyormuş gibi… Onu bitkilere de
verebiliyor muyum? Evet. O nasıl bilebilir? Hayvanların, insanların nasıl
çalıştığını ve her biri içtiğinde onun vücudunda nasıl icraat yapacağını nerden
bilebilir. Eğer su biliyorsa benim susuzluğumu nasıl gidereceğini, ihtiyacımı
nasıl karşılayacağını o zaman gidip suya ibadet edelim. Çünkü susuz hayat yok
diyelim. Ama ona baktığımızda suyun kendisinin hayatı bile yok. Herhangi bir
iddiası yok. Hayatı yok ama bütün hayatlar onun aracılığıyla varlığa
geliyorlar. Biz her şeye su ile hayat verdik diyor Kuran da. Diyemeyiz ki ben
nerden bileyim ki ben sandım ki su hayat kaynağıdır, su hayat veriyordu
diyebileceğimiz hiçbir şey yok- yani suyun öyle bir özelliği yok. Eğer durup
düşünecek olursak aslında suyun bütün bunları yapabileceğini düşünemeyiz. Eğer
durup düşünecek tefekkür edecek olursak su bize diyor ki, ben hiçbir şey
bilmiyorum, ben sadece emir altındayım, ben sadece bir aynayım. Ben sadece
ihtiyaçlarımızı karşılayan Rabbin aynasıyım.
2.21.Ey insanlar sizi ve sizden öncekileri
yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah’ın
azabından kendinizi kurtarmış) olursunuz.
2.22.O Rab ki, yeri sizin için bir döşek,
göğü de bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye
çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah’a şirk koşmayın.
Düşünmeyin ki %80 Allah yaratıyor, %20 de
birazcık da yemekler, yağmur, vb. yaratıyor gibi düşünmeyin. Kalp rızkın
nereden geldiğini düşünürse sevgisini de ona yöneltir. Yoksa birazda olsa Allah
yiyecekleri yaratıyor ama beni de doyuran o yediğim şeyler diye şirk koştuğumuz
zaman Allah’tan başkasına da onsuz yapamam demeye başlıyoruz. Ben bunsuz
yapamam diye düşünmeye başladığında işte bu şirk olmuş oluyor. Sınırı
aşmamızdaki affedilmeyecek tek özellik bu. Neden? Bu Allah’ın beni affetmek
istememesinden dolayı değil ama ben O’nun affediciliğinden uzaklaştığım için…
Yanlış yönde ilerliyorum. Kendime karşı yapabileceğim en büyük haksızlık zulüm
o şeylere takılıp kalıp, perdenin arkasını görememek.
Araf 191: Kendileri yaratılıp dururken hiçbir
şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar.
Bu yiyecek sana nasıl lezzet ve sevinç
kaynağı olabilir? Sadece o sevinç ve lezzet o yiyecek aracılığıyla veriliyor, o
yiyecek sadece bir ayna.
Furkan 2-3: Göklerin ve yerin mülkü O’nundur.
Çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur. Her şeyi yaratmış, ona bir
düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. O nun dışında hiçbir şeyi
yaratmayan üstelik kendileri yaratılmış olan bir takım ilahlar edindiler. Kendi
nefislerinde bile ne zarar ne yarar sağlayamayan, öldürmeye gücü yetmeyen, ne
öldürmeye, ne yaşatmaya, ne yeniden diriltip yaymaya gücü yetmeyen bir takım
ilahlar edindiler.
Her şeyi yaratmış, ona düzen vermiş, belli
bir ölçüyle takdir etmiştir. Her şeyi yaratmış, kendi dizaynına göre onun
doğasını-fıtratını takdir etmiş. Mesela, yiyeceği o şekilde yarattı ki sen onu
yediğinde onu seviyorsun. Sadece bizim açlığımızdan ve bizim dilimizdeki lezzet
almadan haberi olan birisi o yiyeceği, o açlığımızı giderme, o lezzet alma
duyularına hitap edecek şekilde yaratabilir. Yiyeceğin kendisinin haberi yok. Eğer
yiyecekten olsaydı daha çok yedikçe daha çok lezzet alırdık ama öyle değil.
Buna rağmen O’nun dışında uydurulmuş birtakım ilahlar edindiler. Yiyecek, para
veya önem verdiğin bir şey…
Ali İmran (3:190) Şüphesiz yerin ve
gökyüzünün yaradılışında gece ile gündüzün ard arda gelişinde temiz akıl
sahipleri için gerçekten ayetler vardır (işaretler-mesajlar).
Waqia: 77-78 O Kerim olan Kuran bir kitapta
saklıdır. Ayetlerin içinde gizlidir.
3:191 Onlar Allah’ı zikrederler (hatırlamak),
ayaktayken, otururken ve yan yatarlarken. Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında
düşünürler, tefekkür ederler ve derler ki Rabbimiz sen bunu boşuna yaratmadın,
sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.
Bu ayetler vahy olduğunda peygamber (as) gece
uyanmış ve ağlamış. Bilal (ra) sabah namazında kapıya geldiği zaman o kadar çok
ağlamış ki sakalı bile gözyaşları içindeymiş.
Bilal (ra) : Neden ağlıyorsun? Allah senin bütün
günahlarını affetti zaten.
Muhammed (as): Bu ayetler bana vahyolunduğunda nasıl
ağlamayabilirim.
Eğer
yeterince tefekkür edip düşündüysen, her şeyin birer ayna olduğunu
içselleştirdiysen o zaman onları gördüğün zaman hatırlarsın-yani zikredersin.
Kalp yalnızca baki olan, sınırsız, mutlak olan kaynağı bulduğu zaman tatmin
olur, fani geçici olan şeylerle tatmin olmaz.
O halde Bismillah neden bu kadar çok tekrar
edilmesi öğretilmiş? Bismillah zikirdir. Zikir: anmak, hatırlamaktır. O halde
neyi hatırlamam gerekiyor?
Kuran:24.41: Görmedin mi ki, göklerde ve
yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her
biri kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah onların işlediklerini
bilendir.
Bakara suresi: Bundan sonra kalpleriniz yine
katılaştı, taş gibi hatta daha da katı çünkü taşlardan öyleleri vardır ki
onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır sular çıkar, öyleleri
vardır ki Allah huşusuyla yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan habersiz-gafil
değildir.
Bakara suresi, maddelerin birbirini
cezbetmesi Vedud ismini yansıtır.
Göklerde ve yerde olanların ve kanat çırpan
kuşların Onu tesbih ettiğini görmedin mi? Onların hepsi duasını da bilir, tesbihini
de. Allah ise onların yaptıklarını bilir.
Biz de tesbih ederiz. SübhanAllah demektir ki
“ben unuttum ve ben sandım ki yemeğin kendisi güzel, yemeğin güzelliği
kendisinden” halbuki yemek bana bunu veremez ve onun için Estağfurullah deyip
Allah’tan af diliyorum, O tek kaynak, hiç eksikliği olan bir şey yoktur,
mükemmelden başka bir şey değildir. Eğer yaradılışta birşeyin yanlış-kötü
olduğunu düşünürsem yine SübhanAllah diyorum: Yaradılışta gördüğüm herhangi bir
eksiklik bendendir. Hz. Yunus (as) ın balığın karnına düştüğü zaman söylediği
dua: Senden başka İlah yoktur. Seni tesbih ederim. Ben zalimlerdendim. Ben
yanlış yapanlardanım, ben kendime zulmettim. Sen değil. Neden? Ben balinayı
kötü bir şey olarak gördüm. Bu benim gözlerimi kapatıp ondan sonra ışık yoktur
demem gibidir. Bana ışığın varlığından bahsedildiği zaman bile diyorum ki ben
ışığı gördüğüm zaman gözlerimi açacağım. Diyorum ki, herşey yolunda giderse ben
teslim olucam. Ama sen teslim olmadığın sürece her şeyin iyi olduğunu
göremeyeceksin. Gözlerini açmadığın sürece ışığı göremeyeceksin. Muslim olmak
demek (Müslümanlığı yaşamak anlamındaki Müslüman) o Rabbine teslim olma süreci
içerisinde. Teslim olmanın tersi direnç: “Hayır. Bu neden oluyor? Bu olmaması
gerekirdi? Allah kahretsin…” vb itiraz ettiğim zaman, oradaki hikmet yada
rahmeti görmeye açık değilim demek. İşte bu direnç hali teslim halinin tam
tersidir. Yaradılışın akışıyla gitmek yerine gözlerimi kapatıp karanlık diye
itiraz etmeye devam ediyorum. Yani burada gözünü açmak teslim olmak anlamında.
Karanlık gözüktüğünde bile ışığı ara belki kapıyı kapattın, yahut ışığı
söndürdün. Yalnızca teslim ol, işte
tesbih bu. Her şey tesbih halinde yani herşey açık seçik ama ben açık seçik
olarak göremiyorum. Her şey bana ışığın, teslimiyetin yolunu gösteriyorlar.
Kuran 17.44: Yedi gök, yer ve bunların
içindekiler O nu tesbih eder, O nu övgüyle tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.
Ancak, siz onların tesbihini kavrayamıyorsunuz. Şüphesiz O Halim olandır, bağışlayandır.
Halim: şefkat
7 gök (gök ötesi-uzay…vs), yer ve bunların
içindekiler O nu tesbih eder. O nu övgüyle tesbih etmeyen tek bir şey bile
yoktur. Hiçbir bahanemiz yok. Biz onların tesbih edişlerini anlamakta başarısız
olabiliriz. Kuran’da birçok sure bu şekilde başlar: göklerdeki ve yerdeki her
şey O nu tesbih eder, Onun İlahi esmalarını gösterir.
Kuran da 59. Sure Haşr Suresi vardır. Bu sure
de aynı ayetle başlar. Güzel bir şey söylediğinde, hayır bu güzellik Ondan, bu
şeyin kendisinden değil. Bu güzellik Rabbimdendir, Ondandır. Kötü bir şey
gördüğün zaman da kabul ediyorsundur ki bu Ondan değildir benim bakış
açımdandır. İşte tesbih budur.
59:1 Göklerde
ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih eder. O üstün ve güçlü olandır. Hüküm ve
hikmet sahibidir. Aziz: İzzet sahibi , Hakim: Hüküm, hikmet sahibi 59:23 O Allah ki O’ndan başka İlah yoktur.
Melik (Bir şeyin sahibi-bir yerin
sultanı)tir,
Kuddüs (saf, kutlu, kutsal)
Selam: Emniyet, barış,,
Mümin: İmanın kaynağı,
Müheymin: doğru ve yanlışın ne olduğunu
belirleyen,
Cebbar: dilediğini zorla yaptırmaya muktedir
olan,
Mütekebbir: Büyüklüğün kendisine ait,
Musavvir: Şekil suret vermek
(59:23) Allah sınırsız yüceliğinde
insanoğlunun İlahlığına ortak koştuğu her şeyden uzaktır. (Şirk koşmak:
Allah’ın uluhiyet özelliklerini başka bir şeye ortak koşmak)
(24.)O Allah ki yaratandır. En güzel şekilde
kusursuzca var edendir. Her şeyin şeklini ve görünüşünü şekle sokan yapıcıdır.
En güzel isimler O’nundur. Mükemmel
özellikler sadece O’na aittir. Göklerde ve yerde olan her şey Onu tesbih
etmektedir. Aziz ve Hakim dir. Allah’ı şirk koştuklarından tenzih ederim.
Yaradılışta
kötü gördüğün her şey sendendir. O Allah, O senin gördüğün şeyden çok uzaktır
(münezzehtir). Kendi algılayışını yaratılışın kendisiyle karıştırıyorsun. Bu
Kuran daki en birinci basamak anlayışı.
En
güzel isimler sadece O’na aittir. Gördüğümüz tüm güzel özellikler sadece O’na
aittir. Başka bir İlaha ihtiyaç var mı? Başka bir şeye ibadet edebilir miyiz? Her
şeyin kaynağı tek olan, işte o zaman bütün memnuniyetimizi, bütün
sevinçlerimizi O’na döndürmeliyiz. İşte bu ibadetin özü, püf noktasıdır. Eğer
düşünürsek ki O Rezzak olan ihtiyaçlarımızı karşılayandir ve ben de ibadet
ederek karşılık veriyorum diye düşünmeye başlarsak ibadet sırtımızda bir yük
olmaya başlıyor. İbadet sırtımızda bir yük değildir, aksine sevgimizi,
memnuniyetimizi ifade etmek için bir fırsattır. Sadece
bir fırsat değil ama aynı zamanda ayrıcalık. Eğer onu sırtımda bir yük olarak
görüyorsam o zaman esas noktayı algılayamadım, o zaman o ibadet değil,
gerçekten kime ibadet ettiğimi bilmiyorum demek. Tanımadan ibadet edemem. Kuran da söyler: “İnsanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım” Bunu duyduğumuzda içimizden geçebilir ki ama benim kendi hayatım var. Bütün güzel isimlerin O na ait olduğunu nerden bilebilirim? Kişi der ki, belki bütün esmalar güzel isimler O'na ait değildir. O halde Kur'an da diyor ki, git yeryüzüne bak, gökyüzündeki ve yeryüzündeki her şey O nu tesbih ediyor. Suya bakıyoruz ve diyoruz ki susuz hayat olmaz. Kur'an da diyor ki “Biz her şeye su ile hayat verdik”. Ben de, evet doğrudur diye tasdik ediyorum. Suyun kendisinin hayatı olmadığı halde canlı olan her şeye hayat verdiğini görüyorum, sanki onun bütün atomlarını biliyormuş gibi. Işte bunun üzerine tefekkür edersem, suyun tesbihini duyabilirim. Sanki su hayır bu özellikler benden değil diyor bunu duyabilirim. Görmüyor musun ki bu şeyleri yapan her kim ise bizi bu şekilde yaratıyor. Senin ihtiyaçlarını karşılayan O, Rab O. Böylece suyu Bi-ismi-Allah ile içmeliyim. Suyun adına değil ama Allah’ın adına içmeliyim. Bana bu salatayı verdin, bu saltaya olan ihtiyacımı da verdin ki ben bu ruhani memnuniyeti hissedebileyim. Önce fiziksel başlıyor sonra bu şekilde düşünmeye başlarsam o zaman ruhani bir şeye dönüşüyor ve oradaki yansıyan esmayı İlahiyi görmeye başlıyorsun. Benim fiziksel bedenim o fiziksel sudan fayda görüyor, ama esas lezzeti alan ruhumdur. Ruhun aldığı lezzet: benim ihtiyacımı karşılayan, beni seven, dikkat eden, varlığımı devam ettiren benim Rabbim olan, işte O'nunla tanışmanın lezzetini alıyor ruh. Benim karnımı doyuran, susuzluğumu gideren O. Kur'an'da bahsedilen yakınlığı hissetmeye başlıyorsun. "Ve Biz, ona (insana) şah damarından daha yakınız.(50:16)" Allah’ın huzurunda hissetmeye başlıyorsun. Her hücrende her atomunda melekler Allah’ın isimlerini tecelli ederler. İşte şimdi Allah dediğim zaman boş bir laftan ibaret değil, O kendisinin güzelliğini, güzel isimlerini özelliklerini her şeyin aynasında gördüğüm tek Zat'tır. Şimdi tefekkür ettim düşündüm, gördüğüm zaman hatırlayabilirim, sadece görmekle hatırlamazsam bana bunu hatırlatacak bir anahtar bir formül var; o da “Bismillah” . Bismillah dediğim zaman hatırlamış, anmış oluyorum. Bu ayetler çok güzel, çünkü her şeyin tesbih edişi ile, hem ilahi isimler-özellikler hem de, esmai ilahi sadece Allah'a aitse, o zaman sadece ibadet edilebilecek olan tek bir zat olduğu arasındaki bağlantıyı kuruyorlar. İşte bu Allah’a %100 vermek, tevhid bu. İşte bu nedenle uluhiyyetin tevhidi (birliği), yani Allah birdir demek, yeterli değildir. Rububiyetin tevhidini, Rab olanın, her şeyin ihtiyacını giderenin de bir olduğunu düşünmemiz lazım. Sadece bir yaratıcı var demek değil ama bütün esmai ilahide birlik bulmak. Allah bir, cemil olan bir, hakim olan bir… gibi. Yoksa o yaratıcı evet, ama ben yine de şundan bundan korkuyorum diyebiliyorum sanki o bu şu benim hayatım üzerinde kontrol sahibiymiş gibi.
"69:52; 87:1; 56.74 ve 56:96 (vakıa suresi):
Öyleyse kudret sahibi Rabbinin ismini yücelt! (Esed)
Şu halde büyük yüce Rabbini ismiyle tesbih et.
Artık Rabbini “Azîm” ismi ile tesbih et. (Ali Mihr)
Öyleyse O sınırsız azamet sahibi Rabbinin İsmi’ni tesbih (O’nu her türlü kusurdan ve ortakları olmaktan tenzih) et. (Ali Unal)"
Her şeyin tesbih ettiğini görünce ne yapıyoruz? O halde şimdi her şeye sen de katıl. Bu ayetlerin bir tefsirinde diyor ki, varlik bir orkestra gibidir, her şey, herkes O'nun isimlerini zikrediyor (Allah’ın özelliklerini ahengi yansıtacak şekilde okumak). Sen de bunun farkına vardığın zaman sen de buna katılmak istiyorsun. Bu ayet bir davet, onlara katılmak, bütün evrenle beraber zikir tesbih etme daveti.
"13:13 Rad Suresi: Gök gürültüsü O'nu hamd ile tesbih eder."
"13:13 Gök gürlemesi O'nun sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle anmakta (...) (Esed)
Gök gürültüsü, (yağmur için bir ön hadise olarak) O’na hamd ile tesbihte bulunur (bütün atmosfer hadiselerinin O’nun emri ile meydana geldiğini ve icraatında O’na hiçbir şeyin, hiçbir “tabiî” kanun ve cismin ortak olamayacağını ilan eder).(...) (Ali Unal)
(...) Melekler (kâinatta - insanda mevcut kuvveler) ise O'nun hükümranlığı altında (tespih eder - kulluklarını yerine getirir) (...) (Hulusi)
(...)Melekler de O'nun heybetinden dolayı O'nu tesbih ederler. (...) (Ahmet Tekin)
(...) Melekler de duydukları saygıdan dolayı O'nun sınırsız kudretini övgüyle anarlar.(...) (Kulunkoglu)
Gök gürlemesi O'nu överek, melekler de O'nu saygıyla yüceltirler. (...) (Edip Yuksel)
Gök gürültüsü sınırsız bir övgüyle O'nun yüce kudretini dillendirmekte, melekler ise bunu derin bir tazim ve saygıdan dolayı yapmaktadır (...) (Islamoglu) "
Gök gürültüsünü duyduğunuz zaman onun yağmurun habercisi oldugunu biliriz ve yağmuru da Rahmet ile bağdaştırırız. O halde gök gürültüsünü duyduğumuz zaman korku yerine Allah’ın yüceliğini hisseder, O'nu anarız. Bu ayet aynı zamanda şu anlamı da ifade eder, eğer tesbihi düzgün yapıyorsam, o zaman bu benim O'nu hamd etmeme (övgü), "Sen bilensin, Sen çok güzelsin, Sen çok cömertsin…" diye O'nu hamd etmeme yol açmalı.
[Cemali isimleri: güzelliği, celali isimleri: yüceliği. Tesbih bizi hamda götürür.]
"21:79 Enbiya Suresi: Davud ile birlikte tesbih etsinler diye dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. (Bulac)
Zaten Davud ile birlikte, emrimize amade kıldığımız dağlar da O'nun kudret ve ihtişamını dillendiriyordu, kuşlar da... (Islamoglu)"
38:18 Sad Suresi: Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik. Akşam ve sabah kendisiyle birlikte Allah’ı tesbih ederlerdi.(Celik)
Ve bunun için her sabah ve akşam sınırsız kudret ve egemenliğimizi anarken, dağlar da O'na eşlik ederlerdi. (Parliyan)
(ve bunun için,) her sabah ve her akşam sınırsız kudret ve egemenliğimizi anarken dağları ona eşlik ettirirdik, (Esed)"
Davud (as) tek başına tesbih yapmıyor ama bunu dağlarla ve kuşlarla beraber yapıyor. Üzerine durulup düşünülmesi gereken bir şey. Bütün güzellikler, güzel özellikler O’na aittir. Peki bunu ben nasıl bilebilirim? Etrafına bak ve her şeyi incele, hepsi tesbih ediyorlar: hiçbir şey kendisindeki özellikleri kendisine mal etmiyor. Bu özellikleri kendilerine aidiyet taslamadan, sahiplik iddia etmeden, pürüzsüz aynalar gibi yansıtıyorlar. (özünü gösteren, özelliklerin nereden geldiğini gösteren aynalar)
Nuh (as) gemisine bindiğinde söylediği şey çok ilginç: 11:41 : dedi ki Ona binin, Onun yüzmesi de demir atması (durmasi) da Allah’ın adıyladır. Süphesiz, benim Rabbim bagislayandir, esirgeyendir
." Önce “Bismillah” deyip sonra işimize bakalım
demiyor. Bismillah dediğimizde bile bir şekilde bağlantı kopması var, yine de işlerimizi
kendi adımıza yapmaya devam ediyoruz. Burada “Bismillah” benim laptop umu
duvardaki fişe takmam gibi…Yüzmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Başından
sonuna kadar sürecin hepsi Allah’ın adıyla bunun farkındalığını taşıdığını
gösteriyor. Yani önce “Bismillah” ile başlıyorum ama sanki yaptığım işlerin
Bismillah ile alakası yokmuş gibi değil, Nuh (as) ‘ın söylediği. Ayette Alak
suresindeki “Bismillah” de oku demiyor; “Allah’ın adıyla oku” diyor.
Dışarıdaki ayetler aynı zamanda enfüsi
ayetler (kendimde(n) olan). Ben kendimi dışarıdan bağımsız olarak görürsem ya da
dışarıdaki şeyi bağımsız olarak görürsem kendimi o sürecin içinde bulmazsam, bu
benim farkındalığımın azlığından ya da farkındalığımın olmayışından. Gerçek şu
ki, ben dışarıdaki hiçbir şeyle kendi içimdeki süreçlerden bağımsız olarak muhatap
olamam. O yüzden afaki ayetlerle enfüsi ayetler arasında devamlı bir bağlantı
var. Yediğim yiyecek yemeden önce sanki dışarıda-benden bağımsız bir şeymiş
gibi gözüküyor. Hâlbuki yiyeceği yiyecek olarak tanımlayabilmem için benim ona
ihtiyacımın olması lazım. Ben onu yediğim için yiyecek olarak tanımlıyorum. Dışarıda
mülakata gittiğim zaman o sanki dışarıda bir şey, ben ondan korkuyorum gibi
gözüküyor ya da bir hastalık var ben ona yakalanmaktan korkuyorum gibi
algılıyoruz ama bunu benim algılayışımdan dolayı bu şekilde görüyorum. Hastalık
dediğim şey sadece dışarıda bir şey değil, evet varoluşta dışarıda bir şey, ben
o hastalığa yakalanmadıysam benim içimde değil. Benim ona nasıl tepki
gösterdiğim, işte o benim algılayışımla ilgili. Bu nedenle Kuran’da afaki ve
enfüsi ayetler vardır. Dışarda ve kendi içlerinde ayetler-işaretler vardır
dediği zaman, dışarıdaki dünyada (ben
harici her şey) ufukta ve kendilerinde dedikleri zaman bu iki ayrı grubu- iki ayrı
bütünlüğü ifade ediyor demek değil, biri sende biri de dışarıda demek değil. Bunların,
iki ayrı grupmuş gibi görünen şeylerin bir arada hemen arka arkaya bahsedilmiş
olması onların bir arada var olduğu anlamına gelir. Dışarıda hiçbir ayet yoktur
ki benim içimde burada bir şeyle var olmasın. İşte bu nedenle beraber
bahsediliyorlar.
Bilim adamı 6 saniye önce vereceğin kararı biliyor. Insanlararası bilgi geçişi
destekliyor bence.
Örnekler:
Bir sınavda kalmaktan korkmak
Sınavı geçme ihtiyacı verilmişim. Eğer
gerçekten sınavı geçmek istediğim için sınavda kalmaktan korkuyorsam, o zaman o
sınavı geçmek için dua ederim ve bu duanın bir parçası da oturup sınava
hazırlanmak-çalışmak. Bazen kendimizi öyle bir konumda buluyoruz ki oturmuşuz
ama yapmamız gerekeni düşündüğümüz şeyi yapmıyoruz. Hem yapmam gereken
okumaları yapmıyorum, hem de çok stresli-endişeliyim. Neden bu çelişkiyi
yaşıyorum? Bu sadece sınavda kalma korkusu değil. Benim için sınavda kalmanın
ifade ettiği bir anlam var. Bazen o sınavda kalmak –başaramamak korkusu o kadar
büyük oluyor ki o korkunun altında ezilip, oturup çalışamıyorum bile, mesela
şöyle bir düşünce süreci içine girmiş oluyorum. Eğer sınavda kalırsam benim
hakkımda insanların söyleyeceği veya benim hakkımda kendimi yargılayacağım,
kendimi değersiz göreceğim bir şey oluşacak. Eğer değer anlayışım, kendime
değer biçişim aldığım diplomalar-dereceler-notlardan geliyorsa o zaman kendimi
değersiz hissedebilirim. Değerli olmam için bütün sınavları geçmem –en iyi
notları almam gerektiğini düşünmeye başlıyorum. Çok vasıflı olduğu halde çok
çalışan insanlar tanıyorum. Neden bu kadar çok çalışıyorsunuz? Birisi dedi ki,
bir şeyi başaramamak ya da yapmıyor olmak kendisini boş hissetmesine sebep
oluyor. Bütün değerini yaptığından alıyor. Derse gidiyorsun oradaki hoca diyor
ki benim adım prof dr … Halbuki senin adın dr değil. Doktor olmak sana bir
deneyim vermiş olabilir ama o sana bir değer katmaz, senden bir değer almaz.
Aslında bizim değerimiz bize halife olarak yaratıldığımız anda veriliyor.
Kuran’da diyor ki; herkese isimleri öğretti. Allah Adem’e bütün isimleri
öğretti. Bir eve gittiğin zaman genelde evin en kıymetlisi en küçüğüdür ama
büyüdükçe insanlar diyor ki kendine bakarsın bakmalısın. Değer insanlara
aldığın diploma, derece vb şeylerle verilmez. Sadece bizim algılayışımız
bu yönde. Baştaki örneğe dönelim, buradaki korku sınavda başarısız olma korkusu
%20 gerçeklikle alakalı ve bu da güzel olan yönü, motivasyonu sağlayan,
uyandıran harekete geçiren ders çalışmama vesile olan korku, bu korku için
memnun olmamız lazım. Eğer bu duyguyu dinleyecek olursam, bir mesaj olduğunu
bir ayeti işaret ettiğini anlayabilirim. Korku bize kötü bir şey gibi
görünüyor, ama her şey tesbih eder. Eğer yaratıldıysa, bir nedeni var. Ya
gerçekten korunman gereken bir tehlike var ya da ben bunu uyduruyorum. Kendime
oturup sormam lazım, gerçekten sınavda başarısız olmak beni değersiz yapan bir
şey midir? Bu gerçekten doğru mudur? Diye düşünmem lazım…İki şeyi birbirine
karıştırıyoruz. Bize başarılı olma, yaptığımız şeyi iyi yapma isteği verilmiş
ama bunu yapamadığımız zaman bu bizi değersizleştirmez. Bu enfüsi ayetler,
benim içimdeki işaretler, ayetler her zaman mesajlar taşırlar. Genellikle buna
karşı gösterdiğimiz tepki bunu sevmiyorum, o halde kapıyı kapatayım. Bazen
yıllarca geçmeyen ama beni esir alan
korkularım oluyor. Neden? Çünkü hiçbir zaman onu dinlemiyorum, kötü bir şey
olduğu için yüzleşmiyorum bana ne mesaj veriyor? Rabbim bana ne öğretecek deyip
kulağımı açıp dinlemediğim için hiçbir zaman gitmiyor. Neden gitmiyor o korku,
çünkü bir amaç için, bir amacı yerine getirmek için gönderildi o. Doğru yolda
gidip gitmediğimi nerden çek edebilirim Eğer doğru okuyorsam (bana gelen
ayetleri-o işaretleri doğru okuyup okumadığımın ölçüsü) o beni bir Hamd haline
bir şükür haline taşıyacaktır. (Hamd: sena- övgü- şükür) O zaman SubhanAllah
(Allah’ı tenzih etme, ben eksik yanlış bir şey gördüysem benim bakış açımdaki
eksik-ben göremedim) Rabbini hamd ile tesbih etmek, tesbih ettiğinde hamd ile
beraber gelmeli, eğer hamd ile övgü ve şükür ile birlikte gelmiyorsa o zaman
tesbihte kaçırdığım bazı noktalar var. Rabbimden gelenin ne kadar eksiksiz
mükemmel olduğunu görememişimdir.