Thursday, August 31, 2017

Allah’ın Rahmet Bıçağına Teslim Olmak

Allah’ın Rahmet Bıçağına Teslim Olmak: Peygamber İbrahim asm ile Kurban Bayramına Hoş geldin Demek

"Allah’ın uğruna sevdiğini kurban etme emri mi??? Nasıl olur? İbrahim Peygamber’den başkası çocuğunu kurban etmeye yeltense bu çılgınca bir davranış olmaz miydi? İslam’da insan kurban etmenin aslında yasaklanmış olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu kıssanın verdiği dersin bu olmadığı apaçık. Esasen, bu kışkırtıcı Kur’an kıssası kendi hayat yolculuklarımız için iç görülerle doludur. "

Dr Yamina Bouguenaya'nın ve Receiving Nur ekibinin sitesinde yayınlanan makalenin İngilizce aslını şu linkte bulabilirsiniz:

Surrendering to God’s Knife of Mercy: Welcoming Eid with Prophet Abraham (as)

Haftalık çalışmalarımızda makaleyi İngilizce orijinalinden Türkçe'ye çeviriyoruz, bir yandan da makalede o hafta okuduğumuz paragraflar hakkında yine Türkçe olarak sohbet ediyoruz.

NOT: 16Nisan2018 itibariyle çalışmalarımız devam etmektedir. Çalışmalarımıza canlı katılabilmek için Pazartesi günleri Türkiye saati ile 20:00'de ha-mim.org/live linkine herkes girebilirir. Saat ve gün değişiklikleri ile ilgili duyuruları whatsapp "Hayrunnisa" grubumuzdan yapiyoruz. Önümüzdeki haftalarda Receiving Nur ekibinin Tekathur Suresi çalışmasını Türkçe'ye çevirerek üzerinde sohbet etmeye devam etmek niyetindeyiz inşaallah.

Çevirmenler: Sarah Asmâ' Mermer ve Betül Dursun, Gülüşan Elikesik, Gönül Yardımcı

Allah’ın Rahmet Bıçağına Teslim Olmak: Peygamber İbrahim asm ile Kurban Bayramına Hoş geldin Demek

Kur’an’da anlatılan İbrahim Peygamber’in kurban etme teşebbüsünün hikâyesi, özellikle bu hac mevsiminde ve Kurban Bayramında üzerinde tefekkür etmeye değer.

İbrahim Peygamber’in oğlunu kurban etmeye teşebbüsünün hikâyesi 37. Surede, İbrahim asm’ın kavminin putlara tapmalarına nasıl meydan okuduğunun kısaca hikaye edilmesinden hemen sonra nakledilmiştir. [i] Kavmi ona öfkeyle cevap verdi ve onu cayır cayır yanan bir ateşin içine atmaya karar verdi. (Kur’an, Saffat Suresi 37:83-98) Metin, onun ateşten kurtarılmasına, Allah için hicret/göç etmesine referans verir ve hemen arkasından kurban hikayesine geçer.

<<(İbrâhîm A.S): "Siz yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" dedi. “Ve (oysa ki) sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yarattı.” "Onun için yüksek binalar (mancınık) inşa edin. Sonra da onu alevlerle yanan ateşin içine atın!" dediler. Sonra ona tuzak hazırlamak istediler. Bunun üzerine onları esfelîn (en çok sefil olanlar) kıldık. "Ve muhakkak ki ben, Rabbime ulaşan olacağım. O, beni hidayete erdirecek." dedi.

Rabbim, bana salihlerden (evlâtlar) bağışla. Böylece onu, halim bir oğulla müjdeledik. Böylece onunla beraber çalışma çağına eriştiği zaman dedi ki: "Ey oğulcuğum! Gerçekten ben, uykuda seni boğazladığımı gördüm. Haydi bak (bir düşün). Bu konudaki görüşün nedir?" (İsmail A.S): "Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. Böylece ikisi de (Allah’a) teslim olunca, (İbrâhîm A.S) onu alnı üzerine yatırdı. Ve ona "Ey İbrâhîm!" diye nida ettik (seslendik). Sen rüyaya sadık kaldın (yerine getirdin). Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız. Muhakkak ki bu, kesin olarak apaçık bir imtihandır. Ve ona büyük bir kurbanı fidye (oğluna karşı bedel olarak) verdik. Sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık. İbrâhîm (A.S)’a selâm olsun. Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız. Muhakkak ki o, Bizim mü’min (Allah’a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan) kullarımızdandır.>> (Kur’an, Saffat Suresi 37:95-111)

Kur’an’daki kıssanın, İncil/Tevrat’taki nakilden farklı olarak, önemli bir yönü, İbrahim (asm) ve oğlu arasında gecen konuşma ve oğlunun çok açık bir şekilde kurban edilmeye onay vermiş olmasıdır. Dahası, İbrahim (asm) oğluna yalnızca niyetini aşikâr kılmakla yetinmez aynı zamanda ilhamının kaynağını da açık eder. Bir başka deyişle, “Allah benim seni kurban etmemi istiyor” diyerek geçiştirmez, onu kurban ettiğini bir rüyada gördüğünü anlatır. Böylece, İbrahim oğluna “ne düşünüyorsun” diye sorduğunda yalnızca “Allah’ın seni kurban etmem emrine uyayım mı” diye sormuyor, ayni zamanda “sence bu Allah’ın emri midir?” diye de soruyor.

Kur’an’daki bu kıssanın her bir ayeti üzerine tefekkür edilmeye değer ve her bir ayet birer anlam okyanusu. Makalenin devamında, bu anlam okyanusundan yalnızca bir kaç damla paylaşacağız.

Bir Teslimiyet Mesajı


Kur’an’ın temel mesajı dünyanın Yaratıcıyı aşikâr kılan bir kitap olduğunu gözler önüne sermesidir; ki bu Yaratıcı her bir anda evrenin bütününü devamlı düzenleyip onun varlığını korumaktadır. Evren Allah’ın ayetleri (işaretleri) ile doludur, her bir şey O’nun varlığına işaret eder ve O’nu tesbih eder (yüceltir). Kur’an aynı zamanda varlığımızın anlamını bize anlatır: hayatımız da bu Harika Sanatkar’ın bir ayetidir (işaretidir). Tefekkür, ruhsal gelişim ve dönüşüm süreciyle Yaratıcımızı tanıyıp sevmemiz ve O’nun güzelliğini hayatlarımızda bilinçli bir şekilde temsil etmemiz amaçlanmıştır.

Bu önemli amaçlar doğrultusunda Rabbimiz her birimize kendi kontekstlerimiz içinde konuşur. Bu kurban kıssası ile Yaratıcımız önce bizi şaşırtır. Öncelikle afallıyoruz: Allah’ın uğruna sevdiğini kurban etme emri mi??? Nasıl olur? İbrahim Peygamber’den başkası çocuğunu kurban etmeye yeltense bu çılgınca bir davranış olmaz mıydı? İslam’da insan kurban etmenin aslında yasaklanmış olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, kıssanın verdiği dersin bu olmadığı apaçık. Esasen, bu kışkırtıcı Kur’an kıssası kendi hayat yolculuklarımız için iç görülerle doludur.

Meşhur bir Müslüman’in, Mevlana Rumi’nin temsili bir hikayesi vardır. Bu temsil, bu bilge Kur’an kıssasının bazı anlamlarını açığa çıkarmamıza yardımcı olabilir. Bu temsili hikayenin baş kahramanı, ocakta kaynayan nohuttur. Nohut tencerede zıplamaya başlar ve dışarı çıkarılmak için feryat eder. Kendisini oraya koyan ev hanımına şikâyet eder, onun bunu neden yaptığını sorgular. Eğer pazardan alacak kadar kendisine kıymet veriyorduysa, neden şimdi ateşe atmaktadır? Cevap olarak, hanım nohutu tencereye kaşıkla geri iter ve “Güzelce kayna ve ateşi yapandan zıplayarak kaçma. Seni senden nefret ettiğim için kaynatmıyorum, aksine, lezzetli ve güzel kokulu olman için kaynatıyorum.” der. Tencerede kaynayan nohut ile evin hanımı arasındaki sohbet böylece devam eder ve hanım nohutu, pişme sürecini bir bela olarak değil, merhametli bir fırsat olarak görmesi için yüreklendirir. Bu durum hor görülmenin değil sevilmenin bir sonucudur.

Rabbimizin bize karşı olması yahut arzularımızı görmezden gelmesi imkânsızdır. Bizi annelerimizin rahminde şekillendiren Rabbimizdir. Bediuzzaman Said Nursi’nin izah ettiği üzere, rüzgârdan bitkilere, güneş ışınlarından hayvanlara, evrenin bütününü bizim yardımımıza koşturan Allah’tır. Rüzgarlar eser, güneş ve dünya döner, bulutlar oluşur ve yağmur yağar, hatta arılar ve bakteriler dahi çalışır ki, bir eriği ya da buğday tanesini yiyip lezzet alıp faydalanabilelim. Tüm bunlar bilinçsiz, cahil, kudretsiz varlıklardır, kendi kendilerine çalışıyor olmaları ve ihtiyaçlarımızı karşılıyor olmaları mümkün değildir. Aksine, ihtiyaçlarımız için o Tek Olan tarafından vazifelendiriliyorlar. Senin yiyebilmen için evrenden bir meyveyi damıtan, lezzetinden memnun olabilmen için sana dilindeki kompleks tad alıcıları veren ve bu meyveyi sindirebilmen için tüm sindirim sistemini veren… hiç mümkün müdür ki böyle Bir’i seni önemsemesin? Böyle bir Rabbin sırf senin canını yakmak için sana belalar göndermesi mümkün müdür? Hayır, asla mümkün değildir.

O halde ev hanımı ve nohut arasında geçen konuşma, Rahmetli Yaratıcımız ile aramızdaki ilişkinin bir teşbihidir. Başımıza gelen her şeyin anlamlı olduğunun ve Merhametli Rabbimiz tarafından bize gönderildiğinin farkına varalım. Elbette, ham nefsimiz bir çok olayı öncelikle acı verici olarak algılar ve kendini bu olayların kurbanı olarak hisseder. Sanki dünya bize karşıymış gibi, Yapıcımız bize karşıymış gibi, şikayet eder, mızmızlanır durur. Halbuki gerçekte, yaşadıklarımız büyüyüp olgunlaşmamız için bize kasten verilmiştir ve daha iyiye olan dönüşümümüz için zorunludur. Deneyimlerimizi acı kılan, büyüyüp olgunlaşmaya olan direncimiz ve kendimizin ve Rabbimizin kim olduğunu unutmamızdır. Buna karşın, Kur’an’da bahsi geçen peygamberler dönüşüme açıklıkları ve yaşadıklarındaki mesajları kavramalarıyla bize çok güzel örnek olurlar. En zor olayların karşısında dahi Allah’ın merhametini algılama hikmetini sergilerler:

Hikmetli insan bir misafirhane gibidir, aklına getirilen düşüncelerin hepsini, sevinçli de üzüntülü de olsalar, kabul eder. İbrahim gibi habersizce melekleri ağırlayabileceğini bilerek, hepsini aynı şekilde hoş karşılar. Matem de sevinç de kalsın kalpte, zira matem de sevinç gibi bizim faydamız için bize gönderilmiştir. Yusuf ve Yakub gibi kederi sabırla taşı ve onu bir nimet olarak gör; Süleyman’la beraber “Ey Rabbim! Beni; bana (...) verdiğin nimetlere şükretmeye (...) sevk et [Kur’an. 27:19]” de. [ii]

Bir başka deyişle, peygamberler, selam üzerlerine olsun, bizi hayat yolculuğunda kimin taşıdığının bilinciyle yaşama örneğini teşkil ediyorlar. Başlarına gelenleri hoş karşıladıklarında, körü körüne sabrediyor değiller. Onların sabrının, kerhen beklemekle ilgisi yok. Aksine, onların bekleyişi, güven ve merak duyan birinin bekleyişi gibi. Zorluklar karşısında, hakkaniyetli bir cesaret ile soruyorlar, “ey mutlak hikmet ve rahmet sahibi Rabbim, benim için ne gizliyorsun?” Unutmayalım ki, ancak kendi varlığı dahil kendisini çepeçevre kuşatan tüm nimetler üzerinde tefekkür etmeye zaman ayıran biri Rahmetli Yaratıcısını keşfedip böylece zorluklar karşısında sebatkâr olabilir. Peygamber İbrahim asm, ancak çevresindeki Allah’ın ayetlerini/işaretlerini okuma yolculuğundan sonra, olgunlaşması için gerekli olan böyle zorlayıcı bir sınavı veriyordu.

O halde, İbrahim asm’in oğlunu kurban etme teşebbüsü, bizi her şeyin arkasında hikmet ve rahmet olduğu farkındalığına davet eder. Rumi’nin nohut teşbihinde ev hanımı diyor ki: “Ey nohut! Ben Halil’im (İbrahim), sen benim oğlumsun, başını bıçağın önüne eğ, zira rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm.”[1] İsmail (yahut İshak) gibi, “musibet” bıçağının önünde endişe yahut korkuya mahal yok, zira o bela, Allah’tan yollanmış, musibet kılığına girmiş bir nimet. Böyle musibetlerle katledilen bizim esenliğimiz değil, bizi Allah’tan mahrum etmekte olan nefis/kibir ve gaflet perdeleridir. Ancak gaflet perdeleri yırtıldığında gerçekliğimizden lezzet alabiliriz: Kadir ve Cemil (her şeye gücü yeten ve güzel) Rabbimizin şerefli misafirleriyiz.

İbrahim asm ve oğlunun görünürde çok acı verici bu İlahi emre teslimiyet kıssaları bize Allah’ın, sevgisine ve gücüne şartsız kayıtsız güvenilebilen olduğunun açık hatırlatıcısıdır. Bu kıssanın gündelik hayatımıza tercümesi, en beklenmedik ve rahatsızlık verici olayların dahi sevgi dolu yüce Biri tarafından yetkilendirildiğini görmeye istekli olmaktır.

Bu kıssa Allah’ın hiçbir zaman bize karşı olmadığını keşfetmeye davet ediyor. Varlığımızın kaynağı olan ve bize mutlu olma arzusunu Veren nasıl olur da bize karşı olur? İbrahim ve İsmail’in rüyaya mukabelelerinde fark etmiş oldukları bu olsa gerek. Biliyorlardı ki, eğer bu Allah’tan gelen bir emir ise, o zaman iyidir, güzeldir. Peki bu noktaya nasıl geldiler? Bu bayram mevsiminde inşaallah bu sorunun cevabini keşfetmeye niyet edelim.

Bu kurban mevsiminde, kendimizi kurban olarak hissettiğimiz, elimizde olmayan zalim olaylar altında ezildiğimizi hissettiğimiz durumları ele almaya da vakit ayıralım. Olan biteni yanlış anlıyor olabilir miyiz? Yaratıcımız sevdiklerimize karşı olmaktan ziyade sevdiklerimize olan bakış açımızı değiştirmek istiyor olabilir mi? İbrahim ve İsmail’in, selam üzerlerine olsun, her ikisinin de kurbandan sağ salim, zarar görmeden çıkmış olmaları da kayda değer. Aynı zamanda, artık aynı kişiler de değillerdi. Her ikisi de Rablerine dair çok daha derin bir bilinçli farkındalık ile dönüşmüşlerdi.

Bu bayramda hepimize dönüşmek nasip olsun, ve küre-i arzda edilen kurbanların bu mevsimde daha derin bir bilinçli farkındalık ve Allah’a teslimiyet ile edilmesi nasip olsun.

Hajj Suresinde geçtiği üzere:

<Onlar ki; Allah zikredildiği zaman kalbleri titrer. Başlarına gelenlere sabr eder, namaz kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. (Kur’an. 22:34-35)>>

Kullanılan Kaynaklar:
Kur’an çevirileri
Bediuzzaman Said Nursi, Risale-i Nur
Mevlana Celaleddin Er-Rumi, Mesnevi

[1] Mesnevi, III:4174

[i] Bu denemede, genel kanıya bağlı kalarak İbrahim’in kurbana götürülen oğlunu İsmail olarak kabul edeceğim. Aslında, Kur’an hangi oğlunun kurbana götürüldüğünü belirtmez ve tefsir geleneğinde İsmail mi İshak mı olduğu tartışılmıştır. Ancak hangi oğlu olursa olsun hikayenin ana mesajı değişmez, zira, her iki kardeş de, İsmail de İshak da, Kur’an’da övülmüş ve herhangi biri Allah’la diğerinden daha ayrıcalıklı bir bağa sahip olarak sunulmamıştır. Belki de Kur’an’ın kurban edilen oğulun kimliği hakkındaki sessizliğinin amacı, toplulukların arasındaki bir yarış içinde hikayenin ana mesajının kaybolmasını önlemektir.

[ii] E. H. Whinfield’in kısaltılmış çevirisinden makale yazarının uyarlamasını çevirdik V: 3676-3.